Bu yazıyı okuyanlar arasında “dial-up” bağlantı dönemini
hatırlayanınız var mı bilmiyorum ancak ben çok iyi hatırlıyorum. O dönem
çıkan reklamlar arasında bir kokereçcinin, “bağlanıyorsun kopmuyorsun”
diye afişe ettiği öne çıkan özellik hız bile değildi, “bağlanıp
kopmamak” dı…
O dönemlerden bu günlere hızlı bir gelişim geçirdiğimiz
bir gerçek. Teknoloji gelişti, bilgisayarların ve internetin hızı arttı.
Türkiye’de bir güney kore değil ancak internet hızı ve teknolojik
cihazların kullanımı konularında ortalamanın üzerinde…
Peki bu cihazların hayatımıza bu denli girişi, bizim teknolojiyi
etkin kullandığımız anlamına geliyor mu? Yoksa teknolojinin hayatımıza
nasıl girdiği ile alakalı bir kültür boyutu da var mı? Eğer var ise, biz
bunun neresindeyiz?
Web tasarım ağırlıklı çalışan bir ajansım var. İşim gereği, bir çok
müşteri görüşmelerinde bulunuyorum. Bir çok rakibimiz yada bizimle aynı
işi yapan irili ufaklı şirketler var ve hemen hemen aynı teknolojileri
kullanıyoruz. Hem de dünya ile aynı anda bu teknolojik oyuncaklara sahip
oluyoruz.
Peki o teknolojiye sahip olmak, tasarımda elde ettiğimiz
çizginin üst seviyelerde olması sonucunu doğruyor mu? Maalesef hayır…
Çünkü iş, sadece o teknolojiyi alıp getirmekle değil, yaptığımız işle
ilgili entellektüel birikimi işlerimize ne derece yansıttığımızla
ilgili… Yani kültürle ilgili...
Tasarımla alakalı kültürel ilerlemenin ve değişimin Google’la
birlikte hızla farklı bir yöne kaydığını düşünüyorum. Yahoo gibi
karmaşık görünümlü bir arama motoru alışkanlığı, sadece arama işlevine
yoğunlaşmış bir arama çubuğuna dönüşünce hepimiz alışmadığımız bir şeyle
karşı karşıya kalmıştık. Ancak, bu değişim işe yarayınca ve sevilince
hepimizde kültürel bir değişime neden oldu…
İşlev (dikkat sadelik
demiyorum) görünümden (nasıl göründüğünden) önemli hale geldi. Iphone
ilk çıktığında benzer bir sadelikle işlevi ön plana çıkardı. Karmaşık
düğmelerden, tek bir düğmeye, baş parmağın dokunmatik ekranda basit
hareketlerle her şeyi yapabilmesine bir yığın hayatımızı kolaylaştıran
yenilik…
Web sayafalarında da benzer bir şey söz konusu. Daha zor anlaşılan,
daha kolay anlaşılana, daha yavaş yapılan bir işlem, daha hızlı olana
çevrilebilir. İşte bu süreç “kullanıcı deneyimi” (User Experience)
olarak geçiyor. Kullanıcı arayüzlerinin (User Interface - UI)
kullanıcılara memnuniyet verecek şekilde tasarlanması… Dikkat ederseniz
burada 2 kavram var… UI ve UX…
UI web grafikerlerinin web arayüzlerini
tasarlaması işi ancak UX farklı. Bir arayüz tasarımcısının aynı anda
kullanıcı deneyimini tasarlayabilmesi çok zor. Dolayısı ile tasarım
ekibinde fazladan bir göz bunun için bakmalı, fazladan bir beyin bunun
için düşünmeli… İşte tasarım tarafındaki kültürel değişim bu ve son 5
yılda bu alan müthiş önem kazandı.
Peki bu kültürel değişimde Türkiye bu işin neresinde?
Ülkemizde bu alan son 3 yılda gündeme geldi. Gerçekten bu işe gönül
vermiş insanlar çıktı ve sektörü bilgilendirdi. Eğitimler, work shoplar
ve makaleleri ile sektörel bir bilinirlik oluştu.
Ancak halen çok nadir
web siteleri haricinde, ajanslarda maalesef böyle birimler yok.
Bundan en büyük etken tahmin edeceğiniz üzere bütçeler… Ancak ben
çuvaldızı kendimize batırmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Zira, bu
kültürü öncelikle benimsemek, öğrenmek ve bunu müşteriye aktarmak bizim
görevimiz.